Aysun0872: e nasıl tanıycam seni?
Corleone2011: kırmızı motosiklet ceketimi giyerim. Başka biri daha aynısını giyerse, napalım artık, kısmet diilmiş 🙂
Aysun0872: hahaha tamam valla
Corleone2011: hem baktın beğenmedin tipimi, basar gidersin. Nasılsa kim olduğunu bilmiycem.
Aysun0872: Aşkolsun ya, o nasıl laf 🙂
Kafenin kuytu, zor görülen bir köşesindeki masada oturmuş içinden ‘Orospu…orospu…orospu…’ diye sayıyordu kendine. Neredeyse yarım saat geçmişti ve hala bekliyordu. Adamın ne ismini biliyordu, ne de yüzünü: Özenle kesip çıkartmıştı kafasını, gönderdiği üstü çıplak fotoğraflarından. İkirciklenmişti ilk başta ama sonra <madem sen yüzünü göstermiyorsun, ben niye gösteriyorum?> demesine hak vermişti. Sadece iki gündür yazışıyorlardı ama bu adamın her yazdığı sanki olası yüzlerce cümle arasından elenmiş, üzerinde saatlerce düşünülmüş, kendi beğenilerine göre tartılıp ayarlanmış, sonra da içine yüksek ölçüde afrodizyak aşılanmış gibiydi. Yoksa bu latte kokan, sorumsuz lise çocuklarının zevzek esprileri ve ergen heyecanlarıyla yankılanan loş ışıklı kafede saat on birde ne işi olurdu? Şu ana dek yaptığı ve sonrasında yapmak istediği her eylem benliğine, yetiştiriliş biçimine, tüm ahlak değerlerine aykırıydı. Ama bu gece umrunda değildi işte. Uzun süredir ilgi görmeyen bedeni kuruyacaktı yoksa.
Barista ile göz göze geldi. Köpüklü ne zıkkım hazırlıyorsa, yandan yarım bir bakış atmıştı. Olan bitenden haberdar, ‘senin gibi gecelik orospuları hep görüyorum’ der gibi bakmıştı hanzo. ‘Lan öküz, sen yapınca çapkınlık da, ben yapınca niye orospuluk oluyor?’ diye bir çığlık atıp o elinde tuttuğu maşrapadaki kaynar sütü suratına serpmek istedi.
‘Yarım saat oldu ya, yok kızım, bu adam gelmiyor.’
<Sadece tanışacağız> demişti, adam. <Baktık bir etkileşim yok, söyleriz yani, darılmaca yok>. İçini ferahlatmıştı bu sözü.
Durup dururken tığı teber şahı merdan kalakalmıştı kafede. Umutsuzca kamburunu çıkartıp soğuk fincanından bir yudum alırken omzuna dokunan bir el ile irkildi. Kafasını kaldırıp bakınca bir iki saniye sürdü tanıması. Değişmişti.
Aaa,ne işin var burada. Esas senin ne işin var? Arkadaşımı bekliyorum, sen? Ben de, ama aradım, gitmiş ben geç kaldım diye. Hadi ya tüh. Uzun zaman oldu ya. Evet dört sene oldu neredeyse. Evet ya olmuş bayağı. Ya sen amma incelmişsin, n’aptın aids mi oldun? Haha oha, yok ya bayağı bakıyorum kendime, spor filan derken iyicene şekle girdim. Yaramış valla. Sağol. Ya sen karşıda oturmuyor muydun, n’oldu buraya mı taşındın? Yoo, arkadaşla buluşacağım diye geçtim ama trafik bu saatte bile rezalet, geç kaldım, ayıp ettim; o da basmış gitmiş.
Ayrıldıktan kaç sene geçmişti ama ilk kez görüyordu. Nasıl da değişmişti. Sigarayı yüzüne yakın tutarken baş parmağıyla alt dudağını kaşıması şimdi daha da seksiydi.
Sanki içinden geçenleri duymuş gibi: “Ya baksana ne diyeceğim. Senin arkadaş da yok ortalıkta sanırım. Şu ileride bir pub var. İstersen bir iki kadeh devirip arayı kapatalım, ha, ne dersin?” diye sormuş ama sorarken de muzır bir parıltı hızlıca geçmişti gözlerinden.
Anlaşılmıştı vehbinin kerrakesi.
“Tamam olur, ama fazla geçe kalamam” dedi.
“Süper. Ben masama gidip toparlanıp hemen geliyorum. Sonra çıkarız ”
Belki kafasına koyduğu bu değildi ama uzun zaman geçmişti: bilindikti ama artık yeniydi. Bu hiç de orospuluk değildi; çünkü anasını babasını tanıyordu. ‘Buna ne diyeceksin, ha, Barista bey?!’
Vücudu güzel bir gecenin beklentisiyle esrimiş, küçük bir el aynasında rujunu tazerlerken, o, masasındaki eşyalarını toplamış, elinde sigara paketi ve kolunun altında parlak kırmızı bir motosiklet ceketiyle masaların arasından emin adımlarla salınarak ona doğru yaklaşıyordu.