Ona sormak istediğim bir sürü soru var. O ise büyük bir olasılıkla son yetmiş beş yılın özetini isteyecek benden. Hiç hazırlıklı değilim oysa ki: Ne tarih özeti çıkarmaya, ne de rakı sofrası kurmaya…
İki senedir dolapta duran Yeni Rakı’dan bir çay bardağı doldurup önüne koyuyorum. “Kusuruma bakmayın, Bilecik rakısı kalmadı artık”. Bir şey söylemeden ‘olsun ziyanı yok’ der gibi kafasını hafiften yana doğru eğiyor. İçim rahatlıyor.
Rakısından bir yudum alıp ben orada değilmişim gibi gözleri kucağında takılı kıpırdamadan oturuyor.
Sessizlikten rahatsız oluyorum. “Ben ilkokuldayken…” diye başlıyorum söze, “eğer çalışmamışsam dersime, kızgın bakardınız. Çalışmışsam gülümseyerek…”
Kafasını kaldırıp sanki dediklerimi hiç duymamış gibi “Bu cihaza kaç tane kitap sığıyor?” diye soruyor.
“Binlerce” diyorum.
Mavi gözleri kocaman oluyor. Bir kahkaha patlatıp ardından “Bilmezsin, muharebelerde subaylarıma sandıkla kitap taşıtırdım” diyor.
“Biliyorum” demeye cesaret edemiyorum.
“Geç şöyle otur karşıma çocuk” diyor. Tüylerimi diken diken ediyor bu emri. “İzah et bakalım bana bu interneti, imeyli felan”
Rakı masasında gecenin geç saatlerine dek konuşuyoruz. Sorup da bilemediklerimi iPad’de nasıl aradığımı gösteriyorum. Pek keyifleniyor.
Gecenin sonunda ikimiz de çakırkeyf oluyoruz. “Bana feysbuk profili yapalım” diye tutturuyor. “Tamam hemen yaparız paşam” diyorum tümceleri ağzımda geveleyerek.
O ısrar ediyor, illa ki elinde rakı bardağı tuttuğu resmi istiyor profili için. Ben ise, “Hayır” diyorum, “tren penceresinde sol elinizde tesbih, yukarıya doğru baktığınız fotoğraf daha hoş”.
Bu konuda bir türlü anlaşamıyoruz.