İyiden iyiye yorulmuştu evin içinde o yana bu yana dönüp durmaktan. Kendini güçlükle bırakabildi salondaki kanepeye. Bütün oda; duvarlar, vitrin, sehpa onunla eğlenirmiş gibi dönüyordu sanki. ‘Nedir ulan bu, n’oluyor böyle fırıl fırıl’, diye bağırmak istedi; tıkandı sesi boğazına. Göğsü, her bir taraftan bir sürü el bastırıyormuş gibi sıkışıyor, havayı iştahla,sonuna kadar solusa da ciğerlerini doldurmak için bir ikincisine ihtiyaç duyuyordu. ‘Off , ne anlamı var ki işkence çekmenin, kim ölmüş bir taneden’ diye kendince mantıklı sebepler aradı en rahat yatışını alırken. Sonra aklına geldi, kanepenin koluna dayadı ayaklarını, altına yastık, uzandı boylu boyunca. Doktor salık vermişti bilmem kaç ay evvel tedavi sırasında. Zaten o lanet doktor, cenabet tedavileri değil miydi bütün bunlara sebep? Yağlı yok, kırmızıdan kaçın,aman tuzsuz…Bir yığın zevkten uzak, sıkıcı tedbirler. Hayat kabustan farksızdı son bir-iki ayda. Her şeye katlanacak gücü, zor da olsa, karısının sayesinde bulabildi. Canım, nasıl da düşüyordu üzerine: Bütün tedaviyi elifi elifine uyguluyor yediklerine karışıyor, ilaç saatlerinde dakika geçirmeden uyarıyordu. Yemek ile ilaç meselesi şimdiye dek pek sorun yaratmadı; öteden beri yemekle arası iyi değildi zaten;ama dayanılır gibi değil ki bu sonuncusu! ‘Aman Erdal Bey’, demişti doktor, ‘Geçirmeyin bile aklınızdan,tanesi kalbinize zararlı bu meretin. Mutlaka kısıtlayın o dürtüyü, iradenize hakim olmaya çabalayın lütfen.’ Bunları söylerken de ellerini kesinlik belirten hareketlerle kısa ve hızlı sallıyor, yüzüne ciddiyeti sağ kaşını yukarı kaldırıp, gözlerini fırlayacaklarmış hissini uyandıracak kertede dışarı çıkartarak vermeye çalışıyordu; ama yüzünü yanaştırdığı vakit duyulan kesif sigara kokusu bir anda silivermişti bütün inandırıcılığını. Kolaydır elbet uzaktan uzağa iddialı nasihatler vermesi, diye düşündü gözleri tavanda.
Yahu sırası mıydı şimdi bu krizin, diye hayıflandı uzandığı yerde. Karısı tam da misafirliğe gidecek zamanı bulmuştu yani. O evdeyken aklından geçmezdi böylesi. Korkudan. Yalnızlığın verdiği cesaret, diye mırıldandı. Sonra küçükken, evde yalnız, babası varken yapmaya çekindiği şeyleri nasıl gizli gizli yaptığı geldi aklına. Küveti doldurup ağzına kadar, içine mayosuyla daldığını, kan ter içinde top çevirip koridorda salonun camını indirdiğini dünmüş gibi hatırladı. Şimdi aklından geçen de bunlardan pek farklı değildi nihayet. ‘İlla başkasının çatık kaşlarını mı görmem gerek olgun davranmam için? Çocukluk, vallahi çocukluk’. Utandı kendinden.
Söylene söylene doğrulup ayağa kalktı. Yavaş yavaş ilerledi pencereden yana; sol elinin tersiyle yüzü kadar araladı perdeyi. Sanki birilerinden bir şey saklıyor, görünmemek için çabalıyormuş gibi baktı dışarıya. Gizlice… Akşam güneşinin artık pembeden geçip mora yanaşmış aydınlığı sokuldu bir yüzlük perde aralığından, toz zerreciklerini havada asılı bırakıp odadaki büyük aynada yansıdı, vitrindeki porselenleri, duvarlardaki tabloları birer birer sayıp ortadaki sehpa üzerinde yorgun düştü; kristal tabak içinde yitti pembelik. Sonra ardına kadar açtı perdeyi, pencereyi. Sık aralıklarla akşamı karşılayan ezik havayı içine çekmeye başladı. Tam altındaki bakkal su serpmişti dükkanın önüne; suyla beraber ayaklanan toprak kokusunu da buyur etti içeri. Biraz daha iyiydi şimdi; tüm ağırlığını pencereye verip etrafı seyre daldı. Havanın güzelliği, ferahlık şavkıyan aydınlığıydı, biraz daha neşelenmesine sebep. Evin karşısındaki ağaç üzerinde kuşların güç takip edilen tez canlı telaşlarına gülümsedi belli belirsiz. ‘Herkesin, her şeyin sorunu ayrı. Acaba şu an benim durumumda, dumana aç kaç insan vardır ki? Olsa bile mutlaka karıları evdedir’, diye geçirdi aklından; yine utandı. Bakkal bir kaç kişiyle ağaç altında oturmuş keyifli keyifli sigara tüttürüyordu. Acıdı ona. Zorlamayla da olsa bırakabildiği, kendini kurtardığı için gururlanıyordu. Sigarayı ağzına her götürdüğünde bakkal, bir kez daha acıyordu. Dumanı sade kendine değil, ona da çekiyormuş içiyor, avurtları çöküyordu bakkalın. Acıyordu,acıyordu…Tam on iki defa acıdı kendini kaptırıp. Nice sonra fark etti adamların dik dik kendinden tarafa baktıklarını. Yeter artık, diye pencereden kaçıldı. Sehpanın karsında bağdaş kurup gözlerini kristal tabağın içine dikti. İki aydır yalnız, olası misafirler için hazır sigara paketini süzdü iştahla. Paketin deliğinden dışarı fırlamış biri diğerinden ileride iki dal görücüye çıkmış, yüzü çilli, sapsarı, iki utangaç kız gibi bakıyorlardı. Utangaçlığını atıp üzerinden ‘Hani ben olmazsam, küçük kardeşim olur’ dedi büyük olanı, göz kırparak. Uzanıp paketi eline aldı bir hamlede; tazeler içeri kaçıverdiler hemen. Babasından gizli iş çeviriyormuş gibi tedirgin, etrafı kolaçan etti aceleyle, sanki evde ondan başkası varmış gibi. Ilık ılık sular akıyordu sırtından beline doğru; bütün vücudu bastan aşağı gıdıklanıyordu. O an sigara paketini elinde her zamankinden farklı gördü. ‘Ya üzerindekilere hiç dikkat etmemişim ya da uzun zamandır yabancı kalmış elim’ dedi duyulacak bir sesle. Paketi baş aşağı edip büyük kızı delikten çıkardı , başını iki parmağının arasında sıktı inatla. Bütün hıncını ondan çıkarır gibi cani, ‘Hani ben olmazsam başkası olacak’ diye sırıttı kıza. Bir müddet asılı kaldı yüzünde gülümseme. Bütün sınıfın önünde öğretmeninden azar işitmiş de utancını arkadaşlarından saklar gibi gülüyordu. Aptallığına gülüyordu. Biliyordu ki elindekini götürse dudakları arasına, çorap söküğü gibiydi gerisi. Kolları açık her iki yana, çekiştiriyorlardı hoyratça. Ne yapsın bilmiyor. Zavallı. Her iki yana defalarca gidip geldi, kararsız. Elleri tir tir titriyor, saç diplerinden, ensesinden sırtına doğru ter boşanıyordu. Yaramaz çocuk heyecanını, karısından çekinmesini, babasından ölürcesine korkusunu, kendinden utancını yüzlerce kez hissetti içinde.
Ardına kadar açık pencereden giren akşamın mor aydınlığı yüzünde, yaprakların hep bir ağızdan fısıltıları, kuşların heyecanlı çığlıkları arasında pencereye doğru kısa adımlarla yanaştı, paketi elinde sıkıp fırlatıverdi dışarıya. İçindekiler paketteki esaretlerinden kurtularak gökyüzüne saçıldılar sevinçle. O da sevindi tazeler için; kavuşurlardı belki isteklilerine.
Sonra halıya terliklerini sürterek aheste beste döndü, yeniden uzandı kanepeye. Şimdi karısına kaybolan paketi nasıl açıklayacağını düşünüyor, göğsü yine sıkışıyordu.